Dr. Ayşegül Çoruhlu
Cellular Longevity
Circadian Health
Reverse Aging
Longevity
Diğer Makalelerim
Zaman yavaşlatılabilir mi?
Kronos, mitolojide zamanın tanrısıdır. En kıymetli, asla geri alamadığımız şeydir zaman. Diğer tüm canlılar içinde insan, dünya üzerindeki zamanının “sınırlı” olduğunu bilen tek canlı türü. Kendi ölümlülüğünden haberdar olan tek varlık. Bu hem kendi acizliğiyle trajik bir yüzleşme sağlayan hem de o zamanı doğru kullanmak için yaşama tutunma isteği veren bir farkındalık. Zamanla derdi var insanoğlunun. Zaman makinasını icat etmek, zamanı geri alabilmek, zamanı durdurabilmek insanoğlunun binlerce yıldan bugüne hâlâ hayallerini süslüyor.
Ancak zaman kronolojik olarak hızla ilerler ve durdurulamazken biyolojik olarak yavaşlatılabilir. bunun için ilk kural, dış saatten daha hızlı giden iç saati yavaşlatmaktır. Bunu sağlayan iç saatlerimizi doğru kurmamız gerekir. Bu iç saatlere sirkediyen iç saatler denir.
Sirkadiyen iç saatimiz nedir?
Gözlem ve merak bilimin temelidir. 18. yüzyılda gökbilimci Jean Jacques d’Ortous mimoza çiçeklerini gözlemledi. Çiçeklerin gündüz güneşe doğru yapraklarını açtıklarını, gece karanlıkta kapattıklarını fark etti. Mimozalar gece yapraklarını neden kapatıyorlardı acaba? Sonra başka bilim insanları hayvanların da ışıkla karanlığa farklı tepkiler verdiğini gözlemledi. Bu ; güne ve geceye olan adaptasyon haline “sirkadiyen ritim” dediler.
Sirkadiyen kelimesinin kökeni Latincedir. Latince circa etrafında demektir, diem de gün anlamına gelir. Günü yaşa, günü yakala anlamında kullanılan Carpe diem ifadesindeki diem gibi.
Yüzyıllardan bu yana bitkilerin, hayvanların, tüm canlıların güneşe ve dünyanın ritmine adaptasyonu gözlenmesine rağmen 2000’lere kadar iç biyolojik saat konusu detaylarıyla açıklığa çıkmadı. Önce 1970’lerde iç saat genleri bulundu. Bu genlere Periyod veya CLOCK genleri dendi. Adlarından da anlaşılıyor zaten… Tik tak tik tak…
2015 Nobeli: Sirkadiyen Ritm ve DNA tamiri
Zaman ve ritim ile ilgili diğer Nobel Ödülü ise bizim gurur kaynağımız kıymetli bilim adamımız Aziz Sancar’ın 47 yılını adadığı çalışmanın en sonunda aldığı bu Nobel aslında kendi içinde pek çok Nobel’i hak edecek çalışmaları içerir. Burada bizi ilgilendiren yine sirkadiyen ritimle ilgili olan buluşlarıdır.
Aziz Sancar DNA’yı onaran “fotoliyaz” isimli bir enzim üzerinde yıllardır çalışmaktadır. Bir gün Türkiye’ye tatile gelirken Türk Hava Yolları uçağındaki dergide jetlag ile ilgili bir makale görür. O makaleden yola çıkarak jetlag ile sirkadiyen saatlerin birbiriyle ilişkisi üzerine zihninde bir ışık yanar.
Sancar’ın yıllardır üzerinde çalıştığı fotoliyaz enzimi de ışıkla aktive olan bir enzimdir. Konuyu incelediğinde görme özürlü insanların veya kör farelerin de bu sirkadiyen saate uygun biyolojik fonksiyonlarının olduğunu fark eder. Aslında görme fonksiyonundan başka bir algaçla da ışıktan haberdar olduğumuz sonucuna varır. Bu bilgiyi önceki çalışmalarına eklediğinde CYT 1 ve CYT 2 isimli proteinleri keşfeder. Bu proteinler sayesinde tıpkı bitkilerin güneş ışığının farklı dalga boylarına reaksiyon vermeleri gibi bizim vücudumuzun da güneş ışığına reaksiyon verdiği ortaya çıkar. Bu iki protein reaksiyonlarda görev alır.
O uçak seyahatinden bir yıl sonra, 1997’de sirkadiyen saati yöneten bu proteinlerin vücutta iki yerde çok fazla olduğunu bulur. Bunlardan biri gözdeki retina öbürü ise beynin içinde Suprakiazmatik Nukleus-SCN denen yerdir. Bu keşfi üzerine yaptığı yayın etkili olmakla beraber yeterince dikkat çekmez. Ama Sancar çalışmaya devam eder.
Nobel aldığı çalışmaya kadar, sirkadiyen saat genlerinin ve bu proteinlerin DNA tamiri ile ilişkisi üzerine çalışır. DNA tamirinin de sirkadiyen olduğunu yani 24 saatte farklı düzeylerde DNA tamiri gerçekleştiğini bulur. Bu bilgi ile kanser tedavisindeki kemoterapiyi birleştirir ve “Eğer DNA’nın tamirinin daha zayıf olduğu saatlerde kanser tedavisi için kemoterapi yapılırsa, kemoterapinin daha etkin olacağı, daha çok kanser hücresinin öldürülebileceği” çıkarımını yaparak Nobel’i alır.
Böylece 2015-2017 yıllarında sirkadiyen ritim üzerine araştırmalar da bir sonuca bağlanmış oldu. Gün ve gece döngüsünün iç saatlerde nasıl bir kalibrasyon yaptığı anlaşıldı.
Burada kullandığım “kalibrasyon” tam doğru kelime oldu. Yani vücut mekanizmasını dünya döngüsüne kalibre etmek! Belki akort da diyebiliriz. Hücresel ritmi dünya ritmine akort etmek!
Akort olmamız şarttır. Biz ve çevremiz ayrı ayrı telden çalarsak kakafoni olur. Müzik için de akort şarttır.
Bu sirkadiyen ritmin keşfi, sirkadiyen biyoloji, kronobiyoloji gibi yeni bilimlerin gelişmesine, Cronomedicine = Kronotıp ismi ile yeni bir tıp dalının doğmasına neden oldu. Bu tıp alanı tüm tıp bilgileriyle sirkadiyen biyoloji bilgilerini birleştiriyor. Sağlıklı olmak, uzun ömür ve fit olmak konusunda bildiğimiz her şeye sirkadiyen ritmi de ekliyoruz. Çünkü yemek yemek/aç kalmak, uyumak/uyanık olmak, hormonların artması/azalması, öğrenmek/bilgiyi hafızaya almak, onarım işlemleri, detoks işlemleri, sindirim, vücudu belli bir ısıda tutma, büyüme, yaşlanma, üreme, menopoz gibi aklımıza gelebilecek tüm işlemler bu sirkadiyen saate ayarlıdır.
Milyonlarca yıldır güneşin döngüsü ile çalışan bu sistemlerimizi bozduğu için ampulü bulan Edison’u suçlayamayız herhalde değil mi? Sonuçta geceleri uzun saatler uyanık kalmamızın, olmadık saatlerde yemek yememizin, biyolojik yaradılış saatimize uymayan davranışlar olduğunu kestirmek zor değildir.
Yemek yemek/aç kalmak, uyumak/uyanık olmak, hormonların artması/azalması, öğrenmek/bilgiyi hafızaya almak, onarım işlemleri, detoks işlemleri, sindirim, vücudu belli bir ısıda tutma, büyüme, yaşlanma, üreme, menopoz gibi aklımıza gelebilecek tüm işlemler bu sirkadiyen saate ayarlıdır.
Bir başka nobel, 2017 Nobel Tıp Ödülü biyolojik iç saati yani sirkadiyen ritmi kontrol eden moleküler mekanizmanın keşfine verildi. 2017’de üç bilim insanı, Jeffrey C. Hall, Michael Rosbash ve Michael W. Young aldı ödülü. Yani çok taze bir Nobel Ödülü bu.
Evet, zamanın gerçek ölçeri kol saati değil, dünyadır. Saat = dünyadır. Üzerindeki tüm canlı yaşamı dünyanın döngüsüne adapte olmuştur. Kuralları, dünyanın gece-gündüz, mevsimler, iklimler döngüleri belirler. Milyonlarca yıldan bugüne kadar hayatta kalabilen tüm diğer türler gibi insanlar da bu adaptasyonu sağlamıştır. Yani dünya saati ile uyumlu olmak bir hayatta kalma, survival meselesidir. Mevsimlere, iklimlere, günlere, gecelere uyum sağlayabilenler kalmış, uyamayanlar yok olmuştur. İşte bu uyumu sağlayan sisteme, “canlıların biyolojik iç saati” veya sirkadiyen ritim diyoruz.
Ancak biyolojik iç saat diye bir kavramın var olduğunu bilmemize rağmen bu saatin nasıl çalıştığı konusundaki aydınlanma bu Nobel Ödülü’yle gerçekleşti. Ve bu yeni bir tıp dalının;
Cronomedicine = Kronotıp
yeni bir uzmanlık alanının
Cronobiology = Kronobiyoloji doğmasını sağladı.
Peki;
- ✱ Biyolojik saatin çalışmasını sağlayan nedir?
- ✱ Biyolojik saatin çalışmasını ne engeller?
- ✱ Biyolojik saat doğru çalışmazsa ne olur?
- ✱ Biyolojik iç saat ile kolumuzdaki kronolojik dış saat birbirine nasıl uyumlanır?
Nobel çalışmasının bulgularıyla başlayalım. Bu üç bilim adamının iç saatin çalışma biçimine dair keşifleri, insanların biyolojik sirkadiyen ritimlerini nasıl dünyanın ritmine senkronize ettiğini gösterdi. Yaptıkları çalışmada önce günlük biyolojik ritmi sağlayan geni izole ettiler. Bu genleri kontrol eden proteinlerin gece ve gün- düz farklı çalıştığını buldular. Gece biyolojik saat genlerinin on yani aktif, gündüz ise off yani sessiz olduğunu gördüler. Bu iç saatin çalışması “kendi kendini her gün kuran saat” biçiminde tanımlandı. Asıl mühimi, iç saat sadece on ve off olmuyordu. Tüm gün boyunca farklı fizyolojik mekanizmaların da ayarlanmasına sebep oluyordu.
Bu çalışmalar sayesinde artık biliyoruz ki iç saat yani sirkadiyen ritim, çok kritik fonksiyonları yönetiyor. Mesela davranışlarımız, hormon seviyelerimiz, uyku düzenimiz, vücut ısısı ve aslında tüm metabolizma bu biyolojik saatten etkileniyor.
Vücudun genel sağlık durumu,
iç saat ile dış saatin birbiriyle mismatch yani uyumsuz olduğu anlarda bozuluyor.
Bu uyumsuzluğu hızlıca kavramak için en güzel örnek çoğumuzun tecrübe ettiği jetlag’dir. Kıtalararası uçuşlarda dünyanın başka bir zaman dilimine gittiğimizde, iç saatin bozulmasıdır jetlag. Sadece bir kez jetlag olduysanız bile birkaç gün bunun sağlınızı ya da yaşam düzeninizi nasıl bozduğunu biliyorsunuzdur. Çok sık yaşamadığımız için bu konu bir sağlık gündemi oluşturmuyor. Peki iç ve dış saat uyumsuzluğu için tek sebep uçmak mıdır?
- ✱ Peki ya sosyal jetlag?
- ✱ Peki ya elektronik jetlag?
- ✱ Peki ya beslenmede jetlag?
Yani vücudun biyolojik sirkadiyen iç saati ile uyumsuz olan yaşam şekli alışkınlıklarımıza ne diyeceğiz? Onlar her gün devam ediyor.
Yaşam ritmi ile biyolojik ritmin mismatch yani uyumsuz olmasının pek çok hastalığa, hızlı yaşlanmaya ve kilo almaya sebep olduğunu yüzde yüz ispatlayan çalışmalar olmasına rağmen bu konuyu görmezden mi geleceğiz?
Bu tezin Nobel Ödülü almasının üzerinden sadece bir buçuk yıl geçti. Yani henüz bilgiler, çalışmalar çok yeni. Bu yüzden bu kitapta anlatacaklarımı altını çize çize okumanızı istiyorum. Neden mi? Çünkü ya şimdi harekete geçip biyolojik saatimizi doğru kuracağız ya da bu çalışmanın sonuçlarının “sokağa” inmesi için 5-10 yıl bekleyeceğiz! Kararı verecek olan sizsiniz. Zaman sizin zamanınız. Ama bu kitabı satın aldığınıza göre farklı düşündüğünüzü tahmin ediyorum. Doğru yerdesiniz ve kendiniz için çok iyi bir tercih yaptınız. Çünkü size önümüzdeki 10 yıllık dış zamanı iç zamanınıza nasıl 5 yıl olarak yansıtacağınızı anlatacağım. Deyim yerindeyse kendi kişisel zaman makinemizi geliştirip kendi zamanımızın ritmini kendimiz belirleyeceğiz.
Yaş alacağız ama yaşlan- mayacağız.
(Sirkadiyen Beslenme kitabımdan alıntıdır.)